15 Tem 2016

I Amsterdam

23.02.2016

Amsterdam'a bu yıl Mart ayında gittim. Bir şehre gittiğimde ilk olarak kendime şunları sorarım; "burada yaşanır mı yoksa sadece gezmek için mi gelinir? Bir fırsat bulduğumda bir daha gelir miyim?" Amsterdam için bu sorulara verdiğim cevaplar ise "evet burada yaşarım, evet buraya bir daha gelirim, evet burası hem yaşamak hem de gezmek için ideal bir şehir." İnsanlar o kadar rahat ve o kadar mutlu gözüküyorlar ki özenmemek elde değil.

Bu keyifli şehre ulaşmak için bir çok hava yolunu kullanabilirsiniz. Artık sürekli olarak düzenlenen kampanyalar ile yurt içinden daha uyguna bile bilet bulabiliyorsunuz. Uçuş yaklaşık 4 saat sürüyor. Benim gittiğim dönem Brüksel'de meydana gelen üzücü terör olayından 3 gün sonraydı dolayısıyla güvenlik önlemlerinin çok sıkı olacağını düşündüm ancak hiç de öyle olmadı. Hatta bugüne kadar ki en rahat vize kontrolü oldu diyebilirim. Pasaport kontrol noktasına gelene kadar hiç bir güvenlik görevlisi, polis vs görmedik. Kontrol noktasında ise görevli sadece pasaportumuza bir göz atıp "iyi tatiller" (kontrol görevlisi Türk'tü :)) dedikten sonra şöyle bir "ohhh" çektim.

Hava alanından şehir merkezine ulaşmak için bir kaç farklı ulaşım bulunuyor. Eğer otelinizin shuttle servisi bulunuyorsa kullanabilirsiniz ancak bu en pahalı yol olacaktır. Diğer bir yol ise taksiler. Otelimiz tarafın bize Van Delden taksi önerildi. Ya da hava alanının kapısından da taksiye binebilirsiniz. Dam meydanına kadar yaklaşık olarak 45 - 50 Euro tutuyor.

Diğer ve en ucuz olan yol ise trenle ulaşım. Schiphol hava alanından Amsterdam Cenrtal Station'a ulaşabilir, her 10 dk da bir kalkan ve Central Station'a varan trene binebilirsiniz. Bilet fiyatı yaklaşık 7.5 Euro'dur. Central Station'dan şehrin içinde bir çok durağı olan ve bütün turistik noktalara ulaşan tram'e binebilirsiniz. Trenlere bindiğinizde bir Türk olarak alışık olmadığımız ve şaşırdığımız bir durum var ki o da bilet kontrolünün yapılmıyor olmasına rağmen herkesin düzenli olarak biletini alıyor ve kullanıyor olmasıdır. Türkiye'de kontrol edilmesine rağmen kaçak biniş oranlarını düşündüğümde bu durum bana oldukça şaşırtıcı gelmişti. :)

Otel tercihim ise Hotel Estherea. Kesinlikle tavsiye ederim, Dam Meydanı'na sadece 5 dk yürüme mesafesinde ve odaları, konforu muhteşem. Yorumum için booking.com a bakabilirsiniz.

Eveeet şimdi gelelim Amsterdam'da ne yapılır, nerelere gidilir kısmına. Ben gün gün planladığım şekilde sıralayacağım;

İlk gün otelimize yakın yerlerden başladık. İlk durağımız ise Çiçek Pazarı'ydı. Rengarenk, capcanlı çiçeklerin olduğu, şirin mi şirin bir çok çiçekçinin bulunduğu bu sokak içinizi açıyor. Çiçek pazarından bir çok kanaldan geçerek Amsterdam Müzesi'ne ulaşılıyor. Bu bölgede antika dükkanlar, kitapçılar ve turistik restoranlar bulunmaktadır. Yaklaşık 5 dk'lık yürüyüş ile Dam Meydanı'na varılıyor. Meydanda halka açık olan Kraliyet Sarayı'nı ziyaret edebilir. Harika bir giriş salonu var ve tarihi odaları etkileyici. Saray, Kraliyet Ailesi'nin resmi evidir. Kraliyet Sarayı'nın yanında Yeni Kilise bulunuyor.

Dam Meydanı'nda Madame Tussauds bulunuyor. Londra'daki kadar büyük olmasa da çok eğlenceli bir aktivite. Ayrıca The Amsterdam Dungeon için de Madame Tussauds'a girerken bilet alabilirsiniz. Balmumu Müzesi'ni ziyaret ettikten sonra işkence müzesine giderek çok eğlenceli aynı zamanda da heyecan verici + korku dolu vakit geçirebilirsiniz.

İkinci gün ise sabahın erken saatlerinde Anne Frank Evi'ni ziyarete gittik. Sabahın erken saati diye özellikle altını çizmek istiyorum çünkü o saatte bile müzeye giriş için yaklaşık 1 km'den uzun bir sıra vardı. Amsterdam'daki en yoğun ziyaret edilen yer diyebilirim. Ama buna değer mi derseniz kesinlikle değer. Anne Frank 2. Dünya Savaşı sırasında 2 sene boyunca Nazi işgali sırasında o evde saklanmış ve o sırada yaşadıklarını yazmıştır. 12-14 yaşları arasında yazdığı bu günlük daha sonra babası tarafından paylaşılmıştır. Anne Frank ise 15 yaşındayken hayatını kaybetmiştir. Hüzünlü bir hikaye ve hüzünlü bir ev :(

​Anne Frank Evi'nden muhteşem kanal manzarası eşliğinde yürüyerek bir çok yeri gezebilirsiniz. Yürümek dışında şehrin bir çok turistik bölgesine ulaşan Tram'ları tercih edebilir ya da bisiklet kiralayabilirsiniz. Bisiklet demişken Amsterdam'da en çok görebileceğiniz şey bisiklettir. Sanırım orada yaşayan herkesin bisikleti var ve ulaşımlarını sadece bisikletlerle sağlıyorlar. Özellikle çocukları ile bisiklete binen kadınlar çok hoş. Önde ve arkada bulunan bebek koltuklarına çocuklarını oturtuyorlar, çok sempatik bir görüntü ortaya çıkıyor. :)

Yürüyerek Rembrandtplein Meydanı'na ulaştık. Hollandalı ünlü ressam Rembrandt'in heykelinin bulunduğu meydan özellikle geceleri çok renkli ve hareketli oluyor. Meydanda bulunan cafelerden birine oturabilir bir kahve molası verdikten sonra yürüyerek Amsterdam City Hall'e ulaşabilirsiniz. Burada tiyatro binası bulunmaktadır.

Müzelerin bulunduğu "Museum Quarter ya da Museumplein"ne ulaşmak için bu sefer tram'ı tercih ettik çünkü o kadar da yürüyemezdik :) Bu bölgede küçük büyük bir çok müze bulunmaktadır. Tam 1 günü bu bölgede geçirebilirsiniz. Sabah erken saatlerde giderseniz çok fazla sıra beklemek zorunda kalmazsınız. Görülmesi gereken müzeler listesinde ilk sırayı Van Gogh Müzesi almalı. Modern bir bina içinde Van Gogh'un harika eserleri sergilenmektedir. Aynı zamanda o çağlarda yaşamış olan Rodin, Gaugin gibi sanatçıların da eserlerini görme şansını yakalıyorsunuz.

Ziyaret edilecek diğer müze ise Rijksmuseum. Ünlü sanatçıların eserlerinin yanı sıra müze Hollanda'nın en büyük sanat tarih kütüphanesini de içinde barındırıyor.

Ziyaret ettiğimiz diğer bir müze ise "Diamond Müzesi"ydi. Işıltıdan ve ihtişamdan gözleriniz kamaşıyor. 5 katlı bir binada çok eski tarihlerden beri bu işi yapan bir aile tarafından açılan bu müzede çok ilginç parçalar bulunuyor. Öncelikle ilk katta elmasın ışıltılı yolculuğuna ait bir bilgilendirme filmi ardından tarihi ve elmas kesimlerini görüyorsunuz. Üst katlarda ise elmastan yapılmış çeşitli eşyalar göreceksiniz. Mesela elmastan yapılmış bir raket gibi :) Van Gogh'un Starry Night tablosunun da elmastan oluşan bir versiyonu müzede sergileniyor. Bir üst katta ise çeşitli milletlerin kraliyet ailelerine ait parçalar sergilenmektedir.

Müzeleri bitirdiğinizde muhtemelen çok yorgun olacaksınız. Yorgunluğunuzu atmak ve nefes almak için Vondelpark'a doğru ilerleyip dinlenmelisiniz. Oldukça geniş bir alana sahip bu parkta göletler, ağaçlar ve çiçekler bol miktarda bulunmaktadır. İçerisinde bir kaç tane cafe ve restoran bulunmaktadır. Burada dinlendikten sonra parkta yürüyüş yapmanızı tavsiye ederim.

Amsterdam'da geceleri gezilecek çok fazla yer var. Bunlardan en ünlüsü ve en özgürlükçüsü tabi ki RedLight District'ir. Buraya gitmeden bilmeniz gereken ise fotoğraf çekimine izin verilmiyor oluşudur. Red Light adını kırmızı ışıklı pencereler ve mağazalardan alıyor. Buralarda müstehcen şovlar, müzeler ve sergiler bulunuyor. Ayrıca Red Light'ta yasal uyuşturucu satımı yapılıyor. Yani Hollanda'nın özgür ve keyifli ruhu burada diyebiliriz. :) Ek olarak Çin mahallesi de bu bölgede bulunuyor.

Gece gezileri için diğer adres ise De Pijp'dir. Bir çok bar, restoran ve gece kulübünün bulunduğu bu bölgede ayrıca alışveriş yapılabilir mağazalar ve butikler de bulunmaktadır.

​Amsterdam'a gitmişken Volendam'ı görmeden gelmek olmazdı. Amsterdam central stationdan kalkan 316 numaralı otobüsle yaklaşık 40 dk süren bir yolculukla ulaşabiliyorsunuz. Tek bir bilet alıyorsunuz ve dönüş için de aynı bileti kullanabilirsiniz. Volendam 2 katlı şirin evlerin bulunduğu oldukça sessiz ve sakin bir kasaba. Evlerin, küçücük ve şirin bahçe süsleri ile süslenmiş bahçelerini gördüğünüzde bayılacaksınız. Kasaba ile ilgili dikkatimi çeken bir nokta ise çok temiz oluşuydu. tek bir çöp ve hatta toz tanesi bulamazsınız :) Kasabanın mini minnacık bir merkezi var ve burada peynir müzesi ile Hollanda'nın meşhur tahta ayakkabı yapımını izleyeceğiniz müze bulunmaktadır. Sahil boyunca yürümek, burada bulunan minik dükkanları gezmek yapılacaklar arasında.

Volendam kasabasının dışında bulunan yel değirmenini görmek için biraz yürümeniz ya da otobüse binmeniz gerekiyor. Ya da Marken'e gidebilirsiniz orada bir çok yel değirmeni bulunuyor.

Amsterdam'daki son günümüzde ise kanal turu yaptık. Kişi başı 10 Euro civarında tabi ki yemek çeşidine, saatine göre daha pahalı olan turlar da bulunuyor. Amsterdam seyahatimiz boyunca gezdiğiniz tüm yerleri kanallar üzerinden görmek harika. Yaklaşık 1 saat kadar sürüyor ve geçtiğiniz yerler hakkında bir kaç dilde bilgi veren anonslar yapılıyor.

Kanal turu sırasında öğrendiğim ilginç bir bilgi ise kanal üzerinde bulunan bir çok yüzen ev olduğu ve burada yaşayanlar olduğu. Evler çok küçük sadece 1 oda, küçük banyo, mutfak ve terasları var ama dekorasyonları harika.

Amsterdam seyahat notlarımdan şimdilik bu kadar, yeniden Amsterdam'a gitmek dileğiyle .

17 Şub 2016

Avrupa'da Sonbahar: Prag'ı Gezmeye Devam


Çek Cumhuriyeti'ndeki ikinci günümüze Karlovy Vary'de başladık. Karlovy Vary "James Bond Casino Royal" filminin çekildiği yerlerden birisi. Filmi izlediyseniz, gittiğinizde hatırlarsınız. 







Ayrıca Karlovy Vary International Film Festival'a ev sahipliği yapıyor her sene. İlk olarak dikkatinizi çeken şey ise bazı meydanlarda oraya giden ünlü isimlerin gidiş tarihleri ve isimlerinin yazdığı taşlar.




Karlovy Vary dünyanın en ünlü kaplıcalarından biridir. Orada konaklayan nüfusun yaş ortalaması 65. Otelde kalmak istediğinizde size paketler halinde kürler veriyorlar ve bu paketler minimum 1 haftalık. Kısa süreli konaklama imkanı kısıtlı. Doğası harika, etrafı yemyeşil (biz gittiğimizde turuncuydu) ormanlarla kaplı. 

 

Buranın ilginç keşfedilme hikayesi var; Kral IV. Karl avlanmaya çıkıyor, köpeği avı kovalarken suya düşüyor ve bu suyun kaynar su olduğu görülüyor. Köpeğin düşmüş olduğu bu yer bir bina içerisinde ve su oldukça tazyikli. 









Toplamda 12 sıcak su kaynağı var ve derece derece. Derecelerine göre bir çok çeşme yapılmış ve buralardan içebiliyorsunuz. Çok sıcak olduğu için oraya özgü ibrikli bir bardak yapılmış böylece daha rahat içebiliyorsunuz. Suyun tadı iğrenç. Demir ağırlıklı olduğu için ağzınızda çok iğrenç bir tat bırakıyor. Ben 2 damladan fazla içemedim. 





Atatürk Karlovy Vary'de tedavi görmüş ve kaldığı otelde isminin yazılı olduğu bir tabela var.


Karlovy Vary'de de bir çok hediyelik eşya satan dükkan bulunuyor. Hatta sahibi Türk olan kristal eşyalar ve takılar satan bir dükkan da var. 

Karlovy Vary'de ilginç bir şekilde kağıt helva ünlü. Oldukça ince ve  sıcak. Her tatta bulabiliyorsunuz benim favorim tramisulu ve fındıklı olandı. 

Prag Karlovy Vary arası yaklaşık 1,5 saat sürüyor. Öğlene doğru Prag'a geri döndük. Charles Köprüsü'nde kaldığımız yerden devam ettik. İlk olarak "Dans Eden Ev" e doğru yol aldık. Charles Köprüsünden şehir merkezine olan tarafa doğru ilerleyip sol tarafa doğru dönüyorsunuz ve 2. köprünün karşısında Dans Eden Evi görebiliyorsunuz. Aslında ev, dans ediyormuş değil de gövdesine darbe almış ve kıvranıyormuş gibi duruyor :) 


Dinlenmek için Vltava Nehri üzerinde bulunan adacıklara gidebilirsiniz. Temiz, düzenli, sakin. Kahvenizi alıp bir bankta ya da nehrin kenarındaki oturma alanlarında oturabilirsiniz. 









Yeterince dinlendikten ve temiz hava aldıktan sonra bir de tekne gezisi yapalım dedik. Bir kaç tane gezi firması var, Her yarım saatte bir turlar düzenleniyor yaklaşık 30 dakika ile 45 dakika arasında değişiyor. Fiyatı 250 çek kronu yani 10 euro ya geliyor. Bu hesaplamalarla orada beynimize yoğun jimnastik yaptırdık. "ıııııı şimdi 1 euro 27 kronsa 90 kron kac türk lirasıdır" (404 brain not found) 

Bu arada konusu gelmişken Çek Cumhuriyet'i Çek Kronu kullanıyor. Oraya gittiğiniz güvenilir bir döviz bürosundan çevirmelisiniz. Hesabınızın kuvvetli olması gerekiyor. 

Tekne turumuza geri dönersek biz akşam saatlerini tercih ettik, nehir üzerine şehrin ışıklarının yansıması büyüleyici bir görüntü yaratıyor. Tekne turu sırasında yapmanız gereken charles köprüsünün altından geçerken dilek dilemek. Bu dilek dileme olayları tamamen uydurma, bugüne kadar hiç birinin tuttuğunu görmedim ama işte gelenek belki bu tutar diye diliyorsunuz işte :) Siz de dileyin sakın atlamayın :)


Akşamları Eski Meydan çok renkli ve hareketli oluyor. Sokak müzisyenlerinin müzikleri renkli dans şovları sürekli devam ediyor. Meydana yakın bir cafe ye oturabilir ve eğlenceli vakit geçirebilirsiniz.

Prag'a sevgilerle diyerek Prag gezi yazımı burada sonlandırıyorum. Birden bire bitirdim yazıyı :)















14 Şub 2016

Avrupa'da Sonbahar; Prag

Viyana'dan sonraki durağımız Prag. Prag'a geçmeden önce Slovakya'nın başkenti Bratislava'ya uğradık. Bratislava'da yaşayan insan görmedik :) Arkadaşım ve bende uyandırdığı his buranın bir film için kurulmuş set olduğuydu. Oldukça düzenli, temiz, mimarisi harika, sessiz bir yer.





Bir sürü ilginç heykel bulunuyor. En ünlüsü ise Cumil Heykeli. Şehrin istilası sonra buranın yeniden yapılandığını anlatan bir heykel. Tüm turistler orada fotoğraf çektirmek için yarışıyor, biz de çektik siz de çekin :) 

Diğer ünlü bir heykel ise Napolyon'un Fransız Konsolosluğuna bir banka dayanmış ve arkası konsolosluğa dönmüş olan heykelidir. Burada Napolyon'un kızdığı için Fransa'ya arka kısmını döndüğü söylentiler arasında :)




Şapkası ile size selam veren Schöne'yle de fotoğraf çektirmeden oradan geçmeyin.















Eski şehirde St Michael's kapısı ve kulesi bulunuyor. Kulenin tam altında Slovakya'yı sıfır noktası olarak alan bir pusula bulunuyor. Pusulada güney ve kuzey kutup mesafeleri ile ilgili bazı hesaplama hatalarının yapıldığı söyleniyor. Ben hesaplayamadım gerçi ama hatalı olduğunu söylediler.

Her şehirde olduğu gibi burada da şehrin katedrali, parlemento binası, tiyatro binası, kale görülmesi gereken yerler arasında.





Bratislava'da en sevdiğim şeylerden birisi de hediyelik eşya dükkanları. Çok minnoş çok farklı hediyelik eşya bulabilirsiniz. Ama orada kalbimi çalan dükkan vintage eşyaların satıldığı yerdi. Aklım hala 1950'li yıllarda zarif bir kadının baloya giderken giydiği (böyle hayal ettim) siyah kadife elbisede kaldı. Almadığım için hala pişmanım :(








Bratislava'dan yaklaşık 2 saat sonra Prag'a vardık. 

Prag'da ilk olarak Aziz Vitus Katedralini gezdik. Yapımı tam 600 yılda tamamlanmış. Zaten mimarisindeki detayları gördüğünüzde bu kadar yıl sürmesine hak veriyorsunuz.


Katedral Prag Kalesi'ne doğru ilerliyorsunuz. Bugün Cumhurbaşkanlığı ofisinin bulunduğu kale tarih boyunca Bohemya ve Roma İmparatorlarının devlet adamlarına ev sahipliği yapmıştır.





Saray'dan çıkıp kale boyunca ilerlediğinizde Prag manzarasını seyredebileceğiniz ve bol bol fotoğraf çekebileceğiniz alana geliyorsunuz.



Merdivenlerden devam ettiğinizde Altın Yola doğru ilerliyorsunuz burada küçük, renkli, tarihi binalar bulunuyor. Aynı tarihi hava ile eski şehir meydanına doğru ilerliyorsunuz. Birbirinden güzel küçük cafelerin bulunduğu dar ve eski sokaklar göreceksiniz.







Eski şehir meydanında en önemli görülecekler yerler Astronomik Saat ve meydanın etrafında bulunan Aziz Niklaus Kilisesi, Eski Belediye Sarayı, Tyn Kilisesi, Jan Hus Anıtı. Özellikle Aziz Niklaus Kilisesi yeşil kubbesi ve barok mimarisi ile Prag simgelerinden biri haline gelmiştir.





Astronomik Saat Prag'daki en ilginç yapılardan bir tanesi. Aksam 9'a kadar her saat başı üzerinde bulunan heykeller insanlara mesaj veriyor. 4 adet heykel bulunuyor, bu heykellerden biri iskelet ve ölümü temsil ediyor. Bir tanesi Yahudi ve cimri insanı temsil ediyor. Osmanlı olan heykel şehveti ve elinde ayna tutan bir figürde kibri temsil ediyor. Saat çalarken 12 havariler de saatin üst kısmında geçiş yapıyorlar. Bu ritüeli izlerken dikkat etmeniz gereken en önemli şey çantalarınıza sahip çıkmaktır :) (Biraz ironi oldu ama )





Meydandan Karl (Charles) Köprüsü'ne doğru yol alacaksınız. bu köprü üzerinde 30'a yakın heykel bulunmaktadır. Bunlardan en ünlüsü Aziz Nepomuk Heykeli'dir. Buraya elinizi sürüp dilek dilediğinizde dileğinizin olacağı konusunda efsane var. Bu efsanenin kaynağı ise Aziz Nepromuk'u Kral Kraliçe'den  kıskanıyor ve köprüden aşağı atıyor. Bu sırada göğe bir çok yıldız yükseliyor. Bu sebeple heykelde yıldızlar bulunmaktadır.

Diğer ünlü heykelde (biz Türkler için) Osmanlı heykeli. Osmanlı gardiyanı zindan kapısında bekliyor ve heykelin üst kısmında bulunan 3 aziz de zindandaki Hristiyan esirleri kurtarmaya çalışıyorlar. (Bayrakları asın)







İlk gün 2 ülke gezince haliyle yorulduk tabi ki. Dinlenmek için seçtiğimiz yer ise Kafka'nın vaktini geçirdiği ve ismini Kafka'dan alan Kafka Cafe. Yeri ise Paris caddesi olarak adlandırılan ve dünyaca ünlü lüks markaların bulunduğu cadde üzerinde, eski meydan tarafından başlayarak soldan 2. sokakta bulunuyor. İsmi "Kafkasnop" olarak geçiyor. Tatlıları ve kahveleri oldukça iyi, dekorasyon güzel ve en önemlisi ise rahat, sakin olması.